Kayıp Cennet

Hikaye Hakkında

Bereketli Hilal’e Odaklanmak: Ortadoğu’nun Efsanevi Nehirleri Dicle ve Fırat Boyunca Yaşam

Bir dizi baraj ve yıllar süren çatışmalar, dünyanın en eski uygarlıklarının doğmasına kaynaklık eden Dicle ve Fırat nehirlerini köklü biçimde dönüştürdü. Kürt fotoğrafçı Murat Yazar, objektifini hem yurdunun bu nehirlerine hem de onların kıyısında yaşayan insanlara çevirdi.

Dicle ve Fırat nehirlerine neler akmadı ki?

Yağmur damlaları, kan, kar suları. küller, umut, pestisitler, Mürekkep. (Moğollar 1258 yılında Bağdat’ı yağmaladığında, kentin kütüphanelerinden o kadar çok kitabı Dicle’ye atmışlardı ki, nehrin suları mürekkepten simsiyah akmıştı.) hayaller, hikâyeler, zaman.

Fotoğrafçı Murat Yazar bunu çok iyi bilir. Nehirlerin, coğrafyanın biyografi yazarları olduğunu bilir. İçlerinden geçtikleri yerleşim alanlarında yaşanmış her olayın ve her anekdotun, girdaplı bir özünü akıntılarında taşıdıklarını bilir. Ve insanlık tarihinin — acı ve zafer dolu öykülerin — daha yoğun ve aynı zamanda daha sarsıcı bir karışımını, Avrasya uygarlığının kalbinden, Bereketli Hilal’den geçen; Türkiye dağlarındaki serin kaynaklarından doğup Suriye ve Irak icinde geniş havzalardan süzülerek Irak’ın kavurucu bataklık kıyılarında Basra Körfezi’ne dökülen efsanevi Dicle ve Fırat nehirleri.

On yıl önce, Türkiye’deki antik Hasankeyf yerleşiminde Yazar’la birlikte Dicle kıyılarında yürümüştüm. Çoban Ali Ayhan adlı yerel bir çoban, bizim için saf bir acı çığlığına benzeyen eski bir türkü söylemişti. Sesi, Dicle’nin kumtaşı kanyonlarında yankılanıyordu; bu, gerçek aşka — yani karşılıksız aşka — yazılmış bir ilahiydi. Yalnızlığa, bekleyişe ve ihanete uğramanın o ince, dayanılmaz acısına bir ağıttı. Başka bir deyişle: Hem kadim nehir yatağı hem de kısa süre sonra bir başka devasa devlet barajının suları altında kaybolacak olan talihsiz kasaba için kusursuz bir şarkıydı. Bir zamanlar Neolitik çağda kamp ateşleriyle aydınlanan Hasankeyf mağaraları; yakınlardaki kale duvarı kalıntıları, süslü minareler ve uçurum tepelerindeki iç kaleler — Roma lejyonlarının ve İpek Yolu kervanlarının gelip geçtiği, yaklaşık 12 bin yıllık hafızaya sahip eşsiz bir mimari hazinesi — yakında silinip gidecekti.

“Ne yapabiliriz ki?” demişti Ayhan kederle. “Baraja karşı çıktık. Yine de yapılıyor.”

Bugün orası sular altında.

Yazar, “Kayıp Cennet” adlı belgesel fotoğraf projesinde, Türkiye’de Dicle ve Fırat nehirlerinin bu büyük ölçekli yeniden mühendisliğinin insanî ve çevresel bedellerini gözler önüne seriyor.

Yazar’ın bakış açısı her zaman yereldir. O, Türkiye’nin Şanlıurfa kentinden bir Kürt ve çocukluğunda Mezopotamya da çobanlık yapmış; çocukluğunun bu coğrafyasıyla kurulan insanî bağlar onun için kutsaldır. Yüzlerce barajın, kanalın, bentlerin ve irili ufaklı su yönlendirme projelerinin inşası, onun yurdunu kelimenin tam anlamıyla tanınmaz hâle getirmektedir. Türkiye, nehirler

Üzerinde ki bu projeler için dökülen milyonlarca ton betonun tarımsal kendi kendine yeterlilik, sulama ve ülkenin dış enerji bağımlılığını azaltacak hidroelektrik üretimi için vazgeçilmez olduğunu savunuyor.

Ancak Yazar, “iki nehir arasındaki toprak” olan pastoral Mezopotamya’nın; su altında kalan alanlar, yerinden edilen köyler, yaygın madencilik faaliyetleri, bozulan su kalitesi ve sertleşen iklim değişikliğiyle hızla dönüştürülüşünü belgeliyor. Bölgenin çok kültürlü yaşamını yüzyıllar boyunca beslemiş olan bu iki hayat kaynağı nehir giderek boğuluyor.

Yıllar önce Yazar’la birlikte Dicle kıyılarında yürüdüğümde, Türk ordusu ile Kürt militanlar arasındaki kırılgan ateşkes çözülmeye başlamıştı. (O zamandan bu yana bölgeyi son derece yıkıcı askerî operasyonlar kasıp kavurdu.) Savaştan harap olmuş Suriye’den Türkiye’ye mülteciler akıyordu. Ve evcilleştirilmiş Dicle ile Fırat, sayısız boru ve beton kanaldan geçerek, Sindbad Denizci’nin memleketi olan uzak Basra’ya doğru sıkıştırılarak akıyordu.

Yine de, henüz her şey kaybedilmiş değil.

Yazar’ın fotoğrafları, hâlâ uyum sağlamaya çalışan sert nehir kıyısı topluluklarının duyarlı portreleri aracılığıyla, bölgenin ekosistemlerinden ve geleneksel yaşam biçimlerinden geriye kalanları kurtarmak için hâlâ zaman olduğunu hatırlatıyor. Yazar’ın fotoğrafları yalnızca bir ağıt değil; aynı zamanda bir harekete geçme çağrısı.

Makale: Paul Salopek

İki Pulitzer Ödüllü yazar

@Murat Yazar